Etiketler

, , , , ,

markar_esayanKim kral çıplak diyecek?! 

AK Parti’nin iktidara gelişi ile 2002 yılından itibaren vesayete karşı verilen mücadelede geçmişe nazaran önemli bir fark yaşandı. Başbakan Erdoğan’ın 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığını kazanmasıyla hedefe alındığını, bir şiir yüzünden hapse atıldığını, başbakanlığının önünün kesilmeye çalışıldığını biliyoruz. 28 Şubat bin yıl süremeyip beş yılda tıknefes olunca, AK Parti tek başına ve “beklenmedik” bir biçimde iktidara geldi. Gelir gelmez de TSK içindeki cuntalar, aslında 1913’teki Bâb-ı Âli baskını ile başlamış, yok Bayrak, yok, CÇG, yok BÇG, yok Sarıkız, Ayışığı veya Balyoz adını alan, ama mantığı hiç değişmeyen darbe planlarını uygulamaya koydular. 1997’ye kadar hiç sektirmemişlerdi. Her zaman başarılı ve sonuç alan darbeler yapmışlardı. Dolayısıyla, bunun verdiği bir kibir ve savruklukla hareket ediyorlardı. Çünkü onlara hiç dokunulmamıştı.

Bu kibir ve savrukluk, dünyanın da, Türkiye’nin de değişmiş olduğunu darbeci paşaların görmesini engelledi. İlk defa bir hükümet bir muhtıra karşısında halkan aldığı destekle dik durdu ve darbeyi geri püskürttü. Gladyolara destek veren dünya düzeni artık darbecileri tasfiye etme taraftarıydı. Üstelik TSK bünyesindeki subaylar da değişiyordu. Demokrasiye ve sivil siyasete saygı duyan binlerce subay da bu girişimleri ve kurumlarının suç işlemesini tepkiyle karşılıyordu. TSK’nın bulaştığı suçlara tanık olan ve isyan eden birçok namuslu subay olduğunu tahmin ediyorum.

Ancak TSK’nın kurumsal yapısı, ideolojik temeli, aygıtın ne amaçla kurulduysa o amaç için otomatik olarak harekete geçmesini sağlıyordu. 2009 yılına kadar gelen darbe planları ve işte son olarak Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na giden MİT ve Ergenekon Naip Hâkimi Hüsnü Çalmuk’un raporları çok yakın tarihlerde AK Parti’yi hal etmek için Genelkurmay’ın kalbinde, Özel Harp Dairesi’nde ne türden kanlı harekât planlarının yapıldığını, binlerce muvazzaf, emekli subay ve sivilin bu yapının altında uyuyan hücreler olarak Türkiye’nin her yanında “görev beklediğini” ortaya koyuyor. Güçlükonak, Santoro, Dink, Malatya gibi katliamların kaos yaratıp suçu Müslümanların üzerine atarak AK Parti’nin dış desteğini kesmeye yönelik bu planları, Özel Kuvvetler’de çalışan bir subayın ihbar mektupları sayesinde öğrendik.

Peki, kitabın ortasından kim konuşacak? Bizi orducu, militarist eğilimli, şiddetsever bir toplum olarak yetiştiren de bu sistemin kendisiyken, TSK’nın çok ciddi ve köklü bir reformdan geçirilmesi, hatta belki de bunun bağımsız bir karargâh üzerinden yapılması gerektiğini kim söyleyecek? Bu icraatı hangi siyasal güç üstlenecek? Hükümet bu konuda ne düşünüyor?

Kozmik odalar darbe planları, yapılmış ve yapılacak suikastların bilgileri ile doluyken, sicilinde dört darbe ve sayısız siyasete müdahale bulunan bir kurumda hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak size de garip gelmiyor mu? Balyoz gibi ciddi bir darbe mahkûmiyeti orada dururken, bu kadar yakın tarihte darbe planlayan bir kurumu nasıl reformdan geçireceğimizi konuşmak en öncelikli meselemiz olmamalı mı?

Mümtaz’er Türköne geçenlerde Özel Harp Dairesi’nden başlamak üzere ordunun merkezî birimlerini lağvetmeyi öneriyordu. Kendisini ülkenin kurucusu ve halkın efendisi gibi gören subaylar yetiştiren Harp Akademileri eğitim müfredatından tutun, askerin harcamalarının sivillerin denetimine tam ve koşulsuz açılması gibi bir sürü yapılması gereken önemli reform var. TSK’nın halkı iç tehdit olarak gören ideolojik yapılanmasını kökten değiştirmek, Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarını demokrat ve munis insanlar arasından seçerek mi mümkün olacak, yoksa Sayıştay Yasası’nı delik deşik ederek mi?

NATO ülkeleri, Soğuk Savaş sonrası gladyolara batmış ordularını reforma tabi tutarken bunu bağımsız karargâhlar üzerinden yapmıştı. Özellikle Almanya bunda başarılı oldu. Sanırım bunu yapmalarının bu yazının anlatmak istediği konuyla ilgisi vardı. Palyatif çözümlerin asla geçerli olmadığı, güçlü bir geleneği olan dev bir yapıdan bahsediyoruz. Böyle yapılarda eskinin yeniye sirayet etmesini önlemek en kritik noktayı ima ediyor.

Toplumun da bunu artık bir AK Parti alerjisi üzerinden değil, bir demokrasi meselesi olarak algılaması lazım. Eğer yakın geçmişte “yiyin birbirinizi” diyerek cephe açmak yerine, darbe davalarına sahip çıkılsaydı, süreç çok daha sağlıklı işleyebilirdi. Emin olun, bu, yargılananların hakları açısından da daha müspet bir durum yaratırdı.

 

Markar ESAYAN/Taraf GAZETESİ